Ülkem, Dünya… Gençlikte kendimi bir sıkı yönetim çocuğu olarak izledim. Aile çevresi de ülkenin paralelinde, parmaklığı olmayan, karanlık bir iç oda veriyordu bana. Bölünmüşlük, aidiyetsizlik… Bir tarafımda hep yaşama sevinci, üretmek sevdası; bir tarafımda tehdit eden gerçeklik.
Büyük gerçeklik resminin hiç alkış almayan acı su akışından, “ben”imi koruyan; “Ölmeye Yatmak”ları diri tutan olgu sanattır. Sanat üretimi beni hiç yormadı. Oysa, “sanat üretme hakkı”nı kazanmak, elde tutmak çok yormuştur. Kuşkusuz bu hakkı elinde tutmak, her sanatçının yorgunluğudur. Ancak, ülkemde kadın sanatçı iki kat fazla yorulmaktadır. “Sanat Savaşı” bu anlamda kapsamlı, içerikli bir karşı duruştur.
Sanatın kendi mecrası içinde, “akademik eğitim”in temellendiği Klasisizmin sanatsal olanı bağladığı, güzeli görme ve gösterme ilkeleri, 19. yüzyılın son çeyreği içinde “öncü” olarak anılan sanatçıların, “karşı” girişimleriyle değişmeye başlamıştır.
20. yüzyılın başından itibaren de teknolojik gelişmelere koşut şekillenen hayat çerçevesinde, tabuların hayatı haksız işgaline karşı duran akım ve tutumlar izlenir.
Tabu olana karşı çıkışı, bir üst aşamaya taşıyan en vurucu, net söylem Dada hareketidir. Dada, etik ve estetik olarak, pırıltılı kabuklarla, maskelenmiş gerçeklik yanılsamasını, gerçeklikle yüzleştirme ve yerleşik düzeni yaşatan dili bozmak girişimidir.
Bu bağlamda sanatçı, içinde durduğu yerel resimdeki yerini korumaya çalışırken; yürek ve zihin olarak, dünyanın büyük resmiyle kurduğu göbek bağını, sıkı ve canlı tutar.
Dünyamızın rengini solduran yangınlar, yok olan türler, eriyen buzullar, laboratuvar kaçağı mikroplar, hastalık yapan ilaçlar, çölleşen topraklar; sökülüp sürüklenen, yurtsuzlaşan insanlar; çok azı büyüyebilen çocuklar; umutsuz, yarın için kurgu yapamayan, hayal kuramayan, öteki parçam olan insanlar, hayvan ve bitkiler… Ev ortamında, naklen izlenen toplu kıyım anları… Bir meydanı olmayan, “varoluş” adına yengisiz savaşlar. Ekonomilerini, teknolojik ölüm araçları geliştirerek zenginleşenlerin eşitsiz savaşları. Dijital ordu istilaları ve solan dünya.
“Savaş Sanatı” bu anlamda içerikli ve kapsamlıdır.
Acı verici bu büyük hayat resmi bağlamında gerçekleştirdiğim 55 adet, kağıt üzerine kolaj ağırlıklı çalışmam, eski, ahşap bir ressam çantası içinde “Savaş Sanatı / Sanat Savaşı” adıyla 2004 yılında, enstalasyon olarak, İbrahim Çiftçioğlu’nun düzenlediği “Kargaşa 4” sergisinde izlendi.
Fotoğraf, hele de teması dehşet verici olan fotoğraf, resim sanatına kıyasla, çok daha kitlesel bağ kurdurtan görsel bir veridir. Bu nedenle ağırlıklı olarak basılı güncel veri kullandım. Gözü başka yana çevirme itkisi veren gerçeklik fotoğraflarını, kolaj resim olarak düzenlerken “gold” ve kırmızı boyayı sıkça kullandım. Her bir resim, uzaktan gold ve kırmızının albenisindeyken, yaklaşıldığında, altın ve kan olarak, acıtıcı olanı okutsun istedim. Satır arası okumalarında, kalplere arınma öneren şamanik verileri kullandım.
Dizi bütününün bir çanta içinde, tel örgüyle sıkıştırılarak yerleştirilmesi, ruhsal olarak yaşadığım gündeme “karşı” duruşumu işaret etmektedir. Yer ve zamana aidiyetsizlik…
Hayat mecrasında, içinde benzer veriler toplanan bir çantayı alıp gittiğim, varılacak hedefi olmayan bir yolcu ruhsallığı.
Gerçekleştirdiğim bu enstalasyon çalışmam, bir sanatçı zihin olarak, paylaşmadığım hayat haline tepkidir. İnanıyorum ki, sanatın sağaltıcı gücüyle var olmak bir “karşı” gerçekliktir.
Meryem Arıcan